watermark logo

Up next

OPPENHEIMER filmini o 30 IMAX sinemasından birinde izledim

2 Views· 14/07/24
WTube
WTube
1 Subscribers
1

Duymayan kaldı mı bilmiyorum?
Yaz ortasında, yazdan da sıcak bir heyecan dalgası yarattı... Bir film.
Yıllardır uzak kaldığımız sinema salonlarını tıklım tıklım doldurdu.
İnternetteki “hype balonu” öyle bir şişti ki artık bu filmi izlemeyeni, izleyip de beğenmeyeni, beğenip de anlatmayanı... dışlıyorlar.
Geçen yüzyılın en ikonik figürlerinden biri hakkında bu film. Ben karakter hakkında öyle çok fazla bir ön bilgi sahibi olmadan, elimi kolumu sallayarak sinemaya gittim, filmi izledim, hatta izledikten sonra bir de hatıra fotoğrafı çektirdim 🙂
Yaa, tabiki Barbenheimer yaptım! Evet, fotoğrafı çeken pembe kıyafetli kızlara bir de buradan teşekkür ettikten sonra izlediğim diğer film hakkındaki düşüncelerime geçeyim.
Oppenheimer.
Öyle spoiler kaygısı taşınacak bir film değil zaten. Atom bombasının babası olarak tarihe geçen Amerikan teorik fizikçi Robert Oppenheimer hakkında biyografik bir film. Bu kitaptan uyarlanmış: American Prometheus, J. Robert Oppenheimer’ın Zaferi ve Trajedisi. Daha kitabın adından başlayabilirsiniz çıkarım yapmaya. Yunan mitolojisindekiler kadar efsanevi bir karakterin, Şekspiryen bir yorumu. Güneşe yakın uçmak, zafer, sonra kanatların erimesi, trajedi. Ama bu ne mitoloji, ne de tiyatro. Tüm dünyanın kaderini değiştiren kilit figürlerden birinin karmakarışık zihni. Zaten o yüzden hakkında ne yapılsa etkili oluyor. Bu kitap Pulitzer ödüllü. Bence konuya ilişkin bundan da güzel başka bir kitap: Richard Rhodes’un yazdığı “The Making of the Atomic Bomb.” O da Pulitzer ödüllü. Ve şimdi bu konuda yapılmış en iyi sinema filmi olma iddiasındaki: Oppenheimer. Muhtemelen o da pek çok ödülü alacak. İşin ironik tarafı tüm bu ödüllü eserlere konu olan karakterin kendi alanındaki en büyük ödül olan Nobel’i alamamış olması. Bir başka deyişle kendisi kaybederken, onu anlatanlara çok şey kazandırıyor.
Herhalde o yüzden olsa gerek sosyal medyada herkes onu anlatıyor. Ben de anlatacağım. Anlatacağım da önce anlamam lazım. Ama itiraf edeyim henüz tam olarak bu karakteri anladığımı söyleyemem. Çünkü bu filmin haberini aldığım geçen yıldan beri kendisi hakkında okumalar, izlemeler yapmaya çalışıyorum. Ne kadar çok şey öğrenirsem o kadar içinde kayboluyorum. Adamın hayatı kuantum dünyası kadar kompleks, girift ve bir o kadar da belirsizliklerle dolu. Öyle hemen iyi ya da kötü deyip geçemiyorsunuz. Ve aynı şeyi bu film için de söyleyebiliriz 🙂
Onu beğenmek için elimizde tüm sebepler var. Benim en iyilerim arasında olmasa da iyi bir yönetmen olarak kabul edilen Christopher Nolan tarafından çekilmiş. Interstellar ve Inception’dan dolayı bir miktar saygımız var. Oyuncular desen hepsi de çok başarılı. Zaten filmde neredeyse figüranlar bile Oscar ödüllü. Mandalorian’dan tanıdığımız ve yeni Hans Zimmer’imiz olarak benimsediğimiz Ludwig Göransson müzikleri yapmış ama bu sefer olmamış. Sinematografi desen o koca koca kameralara, kalın kalın film şeritlerini yükleyip olabilecek en yüksek kalitede çekmişler. Daha ne olsun!
İşte o yüzden daha aylar öncesinden eşime, dostuma dedim ki, bu yaz doğum günümde sizden hediye olarak sadece bu filme bir bilet istiyorum. Ve filmi nerede seyrettim biliyor musunuz? IMAX’te. Hem de öyle sıradan bir IMAX de değil. Avustralya ve Çekya’da 1, İngiltere’de 3, Kanada’da 6, ABD’de 19 yani dünyada sadece 30 sinemada gösterilen en yüksek çözünürlüklü kopya. Oyuncuların yüzündeki gözenekleri bile görüyorsunuz. Peki niye bu kadar az yerde gösteriliyor? Çünkü 272 kg’lık film 17 km uzunlukta. Ancak 30 tane üretip dağıtabilmişler.
Yönetmenler kendi vizyonlarını en iyi yansıtabilecek teknikleri kullanmak için böyle abartılı şeyleri hep yapıyorlardı. Hitchcock kendi filminin gösterildiği sinemaları bizzat kendisi gidip denetler ve geç kalanları içeriye aldırmazdı. Kubrick mum ışığında görüntü yakalayabilmek için NASA'nın Apollo Ay görevlerinde kullanılan özel bir lensle o dönemin en düşük diyaframıyla f 0.7 ile film çekmişti. Nolan da olası en yüksek izleme deneyimini yaratabilmek için IMAX 70 mm ortamını seçmiş. Peki öyle izleyemeyenler bir şey kaybediyor mu? Başka filmler için kesinlikle evet, ama bu film için bence hayır. Nerede izlediğinizin pek bir önemi yok.
Çünkü çoğunlukla kapalı odalarda sürekli konuşan kafalardan ibaret. Oppenheimer’ı canlandıran aktör Cillian Murphy’nin performansı müthiş. Bazı sahnelerde iç dünyasının yüzüne yansımasını o kadar güçlü bir şekilde ifade ediyor ki, gerçekten kendinizi kaptırıyorsunuz. Ama o ifadeleri yakalayabilmek için adamın yüzünü illa 18K çözünürlükte görmeye gerek yok. 8K yeterli. 4K bile olur. Yani bu filme sadece teknik başarısından ötürü gitmeyi düşünüyorsanız, beklentilerinizi karşılamaz.
---
Bu videoyu ve kanalımdaki diğer içerikleri nasıl hazırladığımı merak ediyorsanız: https://superpeer.com/barisozc....an/collection/sistem
---
Videonun tam metni ve kullandığım kaynaklar:
https://barisozcan.com

Show more

 0 Comments sort   Sort By


Up next